#BOYKOT: Bir Hak Arayışının Anatomisi

“…Toplumsal düzeyde ise boykot, sessiz çoğunluğun sesi haline gelebilir. Seçimler arası dönemde genelde halkın söz hakkı sınırlıdır. Ancak tüketim alışkanlıkları her gün yapılan “oylamalar” gibidir. Hangi şirkete para kazandırıyoruz, hangisine kazandırmıyoruz – bu tercihler biriktiğinde siyasi bir sonuç yaratır. Eğer geniş kesimler belirli güç odaklarına ekonomik destek vermeyi keserse, o odakların toplum üzerindeki nüfuzu azalır. Mesela, halkın büyük bölümü yandaş medya gruplarının gazetelerini almaz, kanallarını izlemezse, o medya organları reklam geliri elde edemez hale gelir. Reklam alamayan medya kapanma noktasına gelebilir veya en azından daha tarafsız yayın yapmaya mecbur kalır. Bu durumda iktidarın en büyük propaganda araçları zayıflamış olur. Yine benzer şekilde, iktidara yakın büyük bir şirket sürekli boykot nedeniyle zarar ederse, eninde sonunda siyasi iktidarla arasına mesafe koymayı düşünebilir. Yani ekonomik kartlar yeniden karılır…”

https://www.linkedin.com/posts/kabakciemirhan_boykot-bir-hak-arayışının-anatomisi-activity-7314264345226444800-JQgU?utm_source=share&utm_medium=member_desktop&rcm=ACoAAB7ajjoB-UAK-xg6IONOUwNGpakgQQ6C3Qs

Giriş: Boykotun Tarihsel ve Toplumsal Nedenleri

19 Mart 2025’te İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması, Türkiye’de uzun süredir biriken toplumsal gerilimi patlama noktasına getirdi . Halk, adalete olan inancını sarsan bu gelişmeye karşı sokaklarda protestolara başlarken, aynı zamanda cüzdanlarıyla da direnmeye karar verdi. Hukukun üstünlüğünün zedelendiğine inanan kitleler, tüketim boykotu gibi sivil itaatsizlik yöntemlerine yönelerek seslerini duyurmak istiyor . Bu refleks, aslında tarihsel bir direniş geleneğinin günümüze yansımasıdır.

Boykot kavramı, 19. yüzyılda İrlanda’da ortaya çıkmış olsa da o günden bu yana dünyada pek çok toplumsal harekette etkili bir araç olarak kullanıldı. Örneğin, Hindistan’da Mahatma Gandhi’nin 1930’da İngiliz tuz tekelini protesto etmek için başlattığı Tuz Yürüyüşü, halkın ekonomik gücünü kullanarak siyasi mesaj vermesine bir örnektir. Yine ABD’de 1955 yılında başlayan Montgomery Otobüs Boykotu, 381 gün süren toplu taşıma boykotu sonucunda ülkenin Yüksek Mahkemesi’nin otobüslerde ırk ayrımcılığını anayasaya aykırı ilan etmesiyle başarıya ulaştı . Bu örnekler, haksızlığa uğrayan toplumların “paranın dili” ile konuşarak adaletsiz uygulamalara son verebildiğini gösteriyor.

Türkiye’de de yakın geçmişte benzer halk direnişi örnekleri gördük. 2013’teki Gezi Parkı eylemleri sırasında, ana akım medyanın protestoları görmezden gelmesine tepki olarak geniş kitleler bazı medya kanallarını izlemeyi bıraktı, bankalardaki hesaplarını kapattı ve o medya gruplarının sahip olduğu şirketleri boykot etti. Örneğin, dönemin hükümet yanlısı yayın politikası nedeniyle hedef alınan NTV ve Star TV kanallarının sahibi Doğuş Grubu’na ait Garanti Bankası’ndan binlerce müşteri hesabını çekti; şirket hisselerinde sert düşüşler yaşandı . Halkın tepkisi öylesine büyüktü ki, boykot edilen medya kuruluşunun CEO’su kamuoyundan özür dilemek zorunda kaldı . Bu olay, Türkiye’de sivil boykot kültürünün ne kadar güçlü olabileceğini gözler önüne sermişti.

İşte #Ekremİmamoğlu’nun tutuklanmasıyla başlayan son boykot dalgası da benzer tarihsel ve toplumsal dinamiklerin üzerine inşa oldu. Yıllardır adalet, özgürlük ve demokrasi talepleri karşılanmayan geniş halk kesimleri, bu tutuklama kararını bardağı taşıran son damla olarak gördü. Yargının siyasallaşması iddiaları, hukukun üstünlüğünün zedelenmesi ve ekonomik krizin derinleşmesi gibi nedenler, toplumu kolektif bir eyleme yöneltti . Adalet arayışı içinde olan halk, geçmiş deneyimlerden ilham alarak boykot silahına sarıldı. Bu yazıda, Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasının ardından başlayan boykot hareketinin detaylarını, hedeflerini, etkilerini ve benzer örneklerle karşılaştırmasını ele alacak; sonunda da bu harekete henüz katılmamış olanlara neden katılmaları gerektiğini hem duygusal hem rasyonel argümanlarla açıklayacağım.

Boykotun Kıvılcımı: Ekrem İmamoğlu’nun Tutuklanması Nasıl Bir Hareket Başlattı?

Ekrem İmamoğlu 19 Mart 2025’te tartışmalı bir operasyonla gözaltına alındı ve kısa süre sonra ciddi yolsuzluk ve terör iddialarıyla tutuklandı . İddia edilen suçlar arasında “ihaleye fesat karıştırma”, “rüşvet”, hatta “terör örgütüne yardım” gibi ağır ithamlar vardı . Bu iddialar muhalefet ve geniş halk kesimleri tarafından inanılması güç, siyasi motivasyonlu gerekçeler olarak değerlendirildi. Nitekim İmamoğlu ile birlikte 100’den fazla kişi aynı soruşturma kapsamında gözaltına alınmış, İstanbul Büyükşehir Belediyesi yöneticileri hedef alınmıştı . Hukukçular ve muhalif liderler bu süreci “sivil darbe” ve “kabile devleti görüntüsü” gibi ifadelerle eleştirdiler . Toplumda “adalet kalmadı” düşüncesi hızla yayılırken, ülke genelinde hükûmet karşıtı protestolar anında başladı .

Tutuklama haberinin hemen ardından, Türkiye’nin dört bir yanında protesto gösterileri düzenlendi. İnsanlar İstanbul Saraçhane’de, Ankara’da, İzmir’de ve hatta daha küçük şehirlerde sokağa çıkarak kararı protesto etti. “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz!” sloganı ülkenin meydanlarında yankılanıyordu . Bu slogan, toplumun ancak birlik olursa kurtuluşa ereceği inancını vurgulayan güçlü bir mesajdı ve boykot hareketinin de ruhunu yansıtıyordu.

Protestolar sürerken muhalefet cephesi, tepkilerini yalnız sokakta bırakmak istemedi. Ana muhalefet partisi CHP’nin Genel Başkanı Özgür Özel, 24 Mart’ta İstanbul Saraçhane’de düzenlenen büyük mitingde sürpriz bir hamle yaptı: İktidara yakın medya kuruluşlarını ve bu kuruluşlara reklam veren şirketleri boykot etme çağrısında bulundu . Özel, miting alanındaki on binlere seslenirken, “Bize ihanet eden TRT’yi asla açmıyoruz…” diyerek başladı ve devamında TRT, CNN Türk, A Haber, Beyaz TV gibi kanalları kastederek bu medya organlarını boykot edeceklerini ilan etti . En dikkat çekici çıkış ise reklam veren şirketlere yönelikti. Özel, “Eğer biz TRT, CNN Türk, A Haber, Beyaz TV, Türkiye, Akşam ve Yeni Şafak’ta reklamınızı görürsek o ürünü almayacağız. Reklam veren hesabını bu meydana göre yap.” sözleriyle, büyük markalara doğrudan mesaj gönderdi . Bu sözler aslında yeni bir ekonomik mücadele safhasının başlangıcıydı: Halk, yalnızca oyuyla değil, satın alma tercihleriyle de tavrını ortaya koyacaktı.

Özgür Özel’in bu çağrısı toplumda hemen yankı buldu. Daha önce benzer ölçekte bir tüketici boykotu tecrübesi olmayan birçok vatandaş için bu yaklaşım hem şaşırtıcı hem umut vericiydi. Özellikle üniversite öğrencileri bu fikri sahiplenerek bir adım ileri taşıdı. Genç aktivistler sosyal medyada örgütlenerek 2 Nisan 2025 Çarşamba günü için ülke çapında genel tüketim boykotu çağrısı yaptılar . Amaç, bir gün boyunca tek bir kişinin bile alışveriş yapmaması, para harcamamasıydı . Öğrencilerin önderliğinde filizlenen bu hareket, kısa sürede toplumun geniş kesimlerinden destek buldu; başta CHP lideri Özel olmak üzere birçok siyasi figür, sanatçı, küçük işletme sahibi ve sosyal medya fenomeni 2 Nisan’da hiçbir şey satın almama eylemine katılacağını açıkladı . Twitter ve Instagram’da #boykot, #TüketimBoykotu, #adalet etiketleri trend listelerine girdi. Hatta uluslararası medya bu gelişmeyi “Türkiye, bugün tarihinin en büyük tüketici boykotlarından birine sahne oluyor” sözleriyle dünyaya duyurdu .

2 Nisan yaklaştıkça iktidar kanadı da boş durmadı. Boykot çağrılarının geniş kitlelere ulaşması hükümeti endişelendirdi ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, daha eylem günü gelmeden 1 Nisan’da bu çağrılar hakkında resen soruşturma başlattığını duyurdu . Savcılık, boykot çağrılarının “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” kapsamına girebileceğini öne sürdü . Yani, iktidar yanlısı çevrelere göre boykot yapmak bile suç sayılabilirdi. Bu hamle, boykot hareketini yıldırmak yerine katılımcıları daha da kenetledi. 2 Nisan sabahı geldiğinde, sosyal medyada ve sokaklarda heyecan doruktaydı.

2 Nisan 2025: Genel Tüketim Boykotu Günü. Bu tarihe gelindiğinde artık her kesimden boykota katılanlar vardı. Birçok kişi evinde ekmeğini, erzağını önceden hazırlamış, o gün hiçbir markete veya dükkâna uğramamaya yemin etmişti. Kafe ve restoran sahipleri dahi kepenk kapatarak “Bugün alışverişe ara veriyoruz” diyen afişler astı. Eylemin çapı iktidarı o kadar tedirgin etti ki, sabah saatlerinde boykota destek verdiği tespit edilen bazı kişiler gözaltına alındı. Aralarında popüler bir dizi oyuncusu Cem Yiğit Üzümoğlu gibi tanınmış isimlerin de bulunduğu 11 kişi, sosyal medyada boykota destek verdikleri gerekçesiyle sabah evlerinden gözaltına alındılar . Yine boykot çağrısında bulunan ünlü bir doktor olan Enes Özel ve başka aktivistlerin de ifadeye çağrıldığı haberleri yayıldı . İktidar yanlısı Türkiye Radyo Televizyon Kurumu (TRT) ise boykot destekçisi sanatçılara yönelik baskı uyguladı; TRT’de yayınlanan bir dizinin başrol oyuncusu Aybüke Pusat, boykot çağrısı yaptığı için apar topar kadrodan çıkarıldı . Tüm bu engelleme çabalarına rağmen boykot günü, büyük ölçüde başarıyla uygulandı. Bir günlüğüne de olsa kasalar durdu, cüzdanlar kapandı, milyonlarca vatandaş tek yürek olup “Halk susarsa hak susar” dememek için suskun bir protestoya imza attı.

Boykotun Hedefleri: Hangi Marka ve Kurumlar Boykot Ediliyor?

Bu boykot hareketi kendiliğinden gelişmiş rastgele bir tüketmeme eylemi değildi; belirli hedefleri ve stratejisi vardı. Hangi markalar, kurumlar ve yapılar boykotun hedefinde? Temel olarak iktidara yakın olduğu düşünülen, hükümetin propagandasını yapan veya mevcut düzenden nemalandığı iddia edilen medya kuruluşları, şirketler ve markalar boykot listesine alındı . Muhalefet lideri Özgür Özel’in 24 Mart’ta açıkladığı boykot listesi oldukça kapsamlıydı ve birkaç ana grupta özetlenebilir:

  • Yandaş Medya Kuruluşları: TRT (devlet televizyonu), CNN Türk, A Haber, Beyaz TV, NTV, Star TV gibi televizyon kanalları ile Türkiye, Akşam, Yeni Şafak gibi hükümet yanlısı gazeteler boykot edilmesi istenen medya organlarının başında geliyordu . Bu kanallar ve gazeteler, İmamoğlu’nun tutuklanması gibi önemli bir haberi ya hiç vermemek ya da çarpıtmakla suçlanıyordu. Örneğin, Saraçhane’deki on binlerin katıldığı destek mitingini haber yapmayan kanallar halkın tepkisini çekmişti. Bu nedenle, “televizyonu açmamak da bir direniştir” anlayışıyla vatandaşlardan bu kanalları izlememeleri istendi.
  • Medya Destekçileri (Reklam Verenler): Özel’in stratejisindeki en kritik nokta, yukarıda bahsi geçen medya kuruluşlarına reklam veren şirketlerin de boykot edilmesiydi . Yani halk, sadece kanalları izlememekle kalmayacak, o kanallarda reklamını gördüğü ürünleri de satın almayacaktı. Bu kapsamda, Ülker (Yıldız Holding’e ait büyük gıda üreticisi), Kilim Mobilya, EspressoLab (kafe zinciri), D&R ve İdefix (kitap-müzik mağazaları), Demirören AVM (alışveriş merkezi), İhlas Ev Aletleri gibi şirketler boykot listesine girdi . Bu firmaların ortak özelliği, ya doğrudan iktidara yakın holdinglere ait olmaları ya da iktidar yanlısı medyaya önemli miktarda reklam vererek dolaylı destek sunmalarıydı. Nitekim listede Demirören Medya Grubu (CNN Türk’ün sahibi) ile bağlantılı markaların ve Turkuvaz Medya Grubu (ATV-Sabah grubunun yayınevi Turkuvaz Kitap gibi) ürünlerinin de yer alması dikkat çekti .
  • Kamu ve Kamu-Ortaklı Kurumlar: Milli Piyango (Türkiye’nin ulusal piyango ve şans oyunları kurumu) ve bağlı online bahis platformları misli.com ile iddia.com boykot çağrısından nasibini aldı . Milli Piyango ihalesinin iktidara yakın bir şirkete verilmesi ve şans oyunlarındaki gelirlerin tartışmalı biçimde özel şirketlere aktarılması halkın tepkisini çekmişti. Keza ETS Tur gibi turizm firmaları (sahibinin aynı zamanda Turizm Bakanı olması nedeniyle) hedefe kondu . Bu kurum ve şirketlerin boykot edilmesi, devlet-içi yolsuzluk iddialarına ve kamu kaynaklarının yandaşlara peşkeş çekildiği algısına bir tepkiydi.
  • Doğuş Grubu ve Bağlı Markalar: Doğuş Grubu, geçmişte de (Gezi olaylarında) benzer protestoların hedefi olmuş bir holdingtir. Bu sefer de Özgür Özel, Doğuş’a ait veya ortaklığı bulunan markaları tek tek saydı. Doğuş Grubu’nun sahibi olduğu NTV ve Star TV kanalları zaten listede idi. Bunların yanında Doğuş’un Türkiye distribütörlüğünü yaptığı Volkswagen otomobilleri, Doğuş’un ortak olduğu lüks restoranlar Günaydın Steakhouse ve Nusret (Salt Bae olarak bilinen et restoranı zinciri) de boykot edilecekler listesine eklendi . Bu adım, büyük sermaye gruplarına “tarafsız kalmazsanız, tüketici tepkisiyle karşılaşırsınız” mesajını iletmeyi amaçlıyordu.
  • Diğer Hükümet Yanlısı Yapılar: Boykot kapsamı bunlarla da sınırlı kalmadı. Örneğin TGRT (İhlas grubuna ait televizyon kanalı) ve İhlas Haber Ajansı (İHA) ile Demirören Haber Ajansı (DHA) gibi haber ajansları, Turkuvaz Kitap/Yayınevi, hatta e-ticarette iktidara yakın kişilerle anılan bazı girişimler listeye dahil edildi . Yani medya, perakende, gıda, yayıncılık, turizm gibi pek çok sektörden şirket, eğer iktidarla organik bağı varsa halkın boykotuna uğrayacaktı.

Bu boykot listesi, 24 Mart’taki mitingden hemen sonra internet ortamında da yayıldı. BoykotYap.com adlı bir web sitesi kurularak boykot edilecek markaların tam listesi halka duyuruldu. Ancak sitenin ömrü uzun olmadı; sadece iki gün içinde mahkeme kararıyla erişime engellendi . Buna rağmen, bilgi sosyal medyada elden ele dolaştı ve milyonlarca kişiye ulaştı.

Özetle, boykotun hedefinde yer alanlar, iktidarın medya gücünü ve ekonomik ağını oluşturan tüm unsurlardı. Bu sayede protestocular, doğrudan hükümete bağlı olmayan ancak hükümetin gücünü sürdürmesine katkı sunan odaklara ekonomik baskı yapmayı planladı. #halkdirenişi dijital çağda farklı bir biçim almış, televizyonu kapatıp cüzdanı kapamaya dönüşmüştü. Bu akıllıca strateji, “madem oylarımızla sonuç alamıyoruz, paramızla mesaj verelim” düşüncesinin bir yansımasıydı.

Boykotun Ekonomik, Sosyolojik ve Siyasi Etkileri

Birkaç günlük bir boykot eyleminin etkisi ne olabilir ki? İlk bakışta kimi insanlar böyle düşünebilir. Ancak 2 Nisan boykotu ve devamındaki gelişmeler, ekonomik ve toplumsal etkilerin anında hissedilmeye başladığını gösterdi.

Ekonomik Etkiler

Boykotun belki de en somut sonucu, piyasalardaki panik ve buna bağlı gelişmeler oldu. Büyük perakende zincirleri ve iktidara yakın şirketler, halkın bu tüketim durdurma eylemine karşı ilginç bir yöntemle cevap verdiler: “İndirim Yağmuru!”. Türkiye’nin önde gelen zincir marketleri, boykot çağrısının yoğunlaştığı 2 Nisan ile 8 Nisan haftasında alışılmışın dışında yüksek oranlarda indirimler uyguladı. Cumhuriyet gazetesinin haberine göre, normalde haftalık indirim broşürleri yayınlayan marketler, boykotun başladığı hafta pek çok üründe %50’yi aşan indirimler yaptı . Örneğin, bir markette temel gıda ürünlerinde bir gün içinde etiket fiyatları yarıya yakın düşürüldü. Bu durum tüketicilerin aklına şu soruyu getirdi: “Demek ki indirim öncesi %100’den fazla kâr marjıyla satıyorlardı, şimdi boykot korkusuyla gerçek fiyatlarına çektiler.” Gerçekten de yapılan aşırı indirimler, uzun süredir yüksek enflasyon altında ezilen halka, fiyatların aslında ne kadar şişirilmiş olduğunu gözler önüne serdi . Ekonomik açıdan bakıldığında, boykot daha ilk gününden fiyat mekanizmasını sarsmış, firmaları “ya satış yapamamaktan zarar edeceğiz ya da karımızdan feragat edeceğiz” ikileminde bırakmıştır.

Boykotun hedefindeki bazı büyük şirketler de finansal açıdan baskıyı hissetmeye başladı. Özellikle borsada işlem gören firmalardan boykot listesinde adı geçenlerin hisselerinde dalgalanmalar gözlemlendi. Henüz uzun vadeli etkileri ölçmek için erken olsa da, piyasalar toplumsal tepkilere duyarlıdır. Nitekim 2013’teki benzer boykotlarda Doğuş Grubu’na ait Garanti Bankası’nın hisselerinde önemli düşüş olmuştu . 2025 boykotunda da benzer bir güvensizlik havası oluştu. Ülker gibi halka açık dev bir şirketin isminin boykot listesinde geçmesi dahi yatırımcılarda tedirginlik yarattı. Sosyal medyada #Ülker etiketi trend olurken, birçok kişi şirketin siyasi duruşunu eleştiriyordu. Bu tür kampanyaların markaların itibarına ve dolayısıyla piyasa değerine etki edebileceği aşikar.

Öte yandan hükümet yanlıları, boykotun ekonomik etkisini küçümsemeye çalıştı. Anadolu Ajansı ve bazı iktidar yanlısı gazeteler, 2 Nisan’daki alışveriş verilerinin önceki günlere göre azalmadığını iddia eden haberler yayınladılar. Örneğin, iktidara yakın Yeni Şafak gazetesi, 2 Nisan Çarşamba günkü kredi kartı harcamalarının, bayram tatili dönüşü olan 1 Nisan Salı gününe kıyasla daha fazla olduğunu öne sürdü ve “halk boykota uymadı, esnafa sahip çıktı” başlığı attı . Ancak bu tür karşı propagandaya rağmen sokaktaki gerçek farklıydı. Boykota katılan milyonlarca kişi bir günlük harcamadan bile feragat ederek ekonomik bir mesaj vermiş oldu. Ayrıca harcama verilerinin artmasının bir sebebi, tam da boykot öncesi (1 Nisan) insanların alışverişlerini erkenden yapıp stoklaması veya boykot sonrası için planlama yapması olabilir. Yani rakamlar her şekilde yorumlanabilse de, zincir marketlerin panik halinde yaptığı indirimler aslında boykotun ciddiye alındığının en net göstergesiydi .

Toplumsal (Sosyolojik) Etkiler

Bu boykot, ekonomik sonuçlarından öte toplum psikolojisi ve birlik duygusu açısından büyük bir etki yarattı. Uzun süredir farklı siyasi görüşler arasında kutuplaşan halk, adalet talebi ortak paydasında birleşebileceğini gösterdi. Sadece CHP’liler veya İmamoğlu destekçileri değil, haksızlığa uğradığını düşünen her kesimden insan boykota destek verdi. Sosyal medyada muhafazakâr kimliğiyle bilinen bazı kullanıcılar bile “Ben Ak Partiliyim ama bu yapılan yanlış, bugün ben de boykota katılıyorum” şeklinde paylaşımlar yaptılar. Bu yönüyle boykot, toplumdaki vicdan sahibi herkese hitap eden bir vatandaşlık görevi havasına büründü.

Gençlerin bu süreçteki rolü ise ayrı bir parantezi hak ediyor. Üniversite öğrencileri, belki de hayatlarında ilk defa bu denli örgütlü bir sivil eylem deneyimlediler. Gazi ve ODTÜ örneğindeki gibi. Kampüslerde ders boykotları düzenlendi, forumlar yapıldı, el broşürleri dağıtıldı . Genç kuşak, sosyal medyanın gücünü kullanarak koca bir ülkenin gündemini belirleyebildiklerini gördü. Bu durum, apolitik olmakla eleştirilen Z kuşağının aslında ne kadar güçlü bir değişim dinamiği barındırdığını ortaya koydu. Nitekim bir araştırmada Z kuşağı gençlerin %72’sinin bir markayı siyasi duruşu yüzünden boykot edebileceğini ifade ettiği saptandı . Yani bu boykotun toplumsal temelinde özellikle genç neslin politik duyarlılığı önemli yer tutuyor.

Boykotun toplumsal etkilerinden biri de dayanışma duygusunun pekişmesi oldu. Eyleme katılanlar, bir gün boyunca alışveriş yapmayarak belki küçük bir fedakarlıkta bulundular ama bunun karşılığında büyük bir birliktelik hissi kazandılar. İnsanlar sosyal medya üzerinden birbirlerine “Dayandık, bugün de bitiyor, helal olsun hepimize” gibi mesajlar atarak moral verdi. Akşam olduğunda birçok kişi “Bugün bir şey almadım ve bununla gurur duyuyorum” diye paylaşımlarda bulundu. Bu paylaşımlar on binlerce beğeni alarak dalga dalga yayıldı. Toplum, kolektif hareket etmenin hazzını tattı. Bu da gelecekte benzer demokratik eylemlere katılım eşiğini düşüren bir faktör olacaktır; insanlar birlikte hareket edince seslerinin daha gür çıktığını deneyimlediler.

Elbette boykot toplumu tamamen tek vücut etmedi; karşıt görüşlü kesimler de kendi tavrını ortaya koydu. İktidar yanlısı bazı kişiler sosyal medyada boykota inat “alışveriş bayramı” ilan ettiklerini söyleyip o gün ekstra alışveriş yaptıklarını iddia ettiler. Hatta bazıları boykot listesine giren markalardan sırf tepki olsun diye alışveriş yaptığını gösteren fişler paylaştı. Bu tür karşı-boykot refleksleri, toplumdaki kutuplaşmanın bir yansımasıydı . Ancak sayıca oldukça az oldukları anlaşılıyor; zira güvenilir araştırma şirketlerinin verileri farklı bir tablo çiziyor.

Boykot sonrası yapılan bir ankete göre toplumun %35’i tamamen boykota katıldığını, listelenen markalardan hiçbir ürün almadığını belirtmiş; %5’lik bir kesim ise boykotu desteklediğini fakat bazı markaları kullanmak zorunda kaldığını söylemiştir . Yani toplamda kabaca %40’lık bir kesim bu eyleme fiilen iştirak etmiş görünüyor. %50’lik bir kesim ise yerli markalara yönelik boykota katılmadığını, her markayı ayrı değerlendirdiğini ifade etmiş aynı ankette . Bu da toplumun yarısının en azından şu aşamada temkinli durduğunu gösteriyor. Ancak önemli olan, toplumda boykot kültürünün filizlenmiş olmasıdır. Her 10 kişiden 6’sı boykotların gerçekten sonuç verebileceğine inanıyor. Üstelik katılım gösteremese bile insanların %45’i boykotu vatandaşların tepkisini duyurması açısından önemli bulduğunu dile getiriyor . Bu veriler, sosyolojik olarak boykotun meşruiyet kazandığını, artık toplumsal muhalefetin araç setinde önemli bir yere yerleştiğini gösteriyor.

Siyasi Etkiler

Hiç şüphesiz, böyle geniş çaplı bir boykot hareketinin en önemli etkilerinden biri siyasi arenada hissedildi. Öncelikle muhalefet partileri yıllar sonra ilk kez bu kadar ortak bir tavır etrafında kenetlendi. CHP’nin başlattığı boykota İYİ Parti, Saadet Partisi, DEVA Partisi gibi farklı görüşlerden muhalefet partileri de destek verdiğini açıkladı. İYİ Partili ve diğer muhalif milletvekilleri, 2 Nisan’da alışveriş yapmayacaklarını sosyal medyada ilan ettiler. Hatta bazıları sembolik olarak Meclis kantininden su bile almadan çalıştıklarını gösterdi. Bu, muhalefetin tabanında da bir moral bütünlüğü sağladı. Uzun süredir seçim mağlubiyetleriyle morali bozuk olan muhalif kitle, ilk kez iktidara karşı etkili bir hamle yapabildiklerini hissettiler.

İktidar cephesinde ise boykot açıkça bir rahatsızlık yarattı. Cumhurbaşkanı ve hükümet yetkilileri doğrudan boykot kelimesini ağızlarına almasalar da, çeşitli konuşmalarında “vatandaşın ekonomiye zarar verecek çılgınlıklardan uzak durması” gibi üstü kapalı göndermeler yaptılar. İktidar yanlısı medya, boykotu “Türk ekonomisini hedef alan sabotaj girişimi” şeklinde çerçevelemeye çalıştı . Örneğin, Yeni Şafak gazetesindeki bir yorumda CHP’nin yerli ve milli markaları hedef alarak ekonomiyi çökertmek istediği iddia edildi . Bu söylem, iktidarın boykot hareketini itibarsızlaştırma stratejisinin parçasıydı. Ancak bu strateji tam ters tepti denilebilir; çünkü halkın büyük kısmı meseleye parti gözüyle değil adalet penceresinden bakıyordu. Kaldı ki, boykot listesinde yer alan markaların birçoğunun “yerli ve milli” olması, onların eleştiriden azade olduğu anlamına gelmiyor. Tam tersine halk, bu markaların iktidar güdümünde hareket ederek milli iradeye zarar verdiklerini düşünüyor. Bir ankete göre katılımcıların %34,8’i yerli markalara boykot uygulanmasını tamamen desteklediğini belirtirken, bu boykotun Türkiye ekonomisine zarar vereceğini düşünenler %27,7’de kaldı . Yani “ülke ekonomisine zarar” argümanı, toplumun en azından hatırı sayılır bir bölümü için ikna edici değil.

Siyaseten önemli bir etki de medya alanında yaşandı. Boykotun hedefindeki bazı büyük medya kuruluşları, halkın tepkisini gördükten sonra daha dengeli yayın yapmaya gayret etti. Örneğin, Özgür Özel’in Saraçhane mitingini önce yayınlamayan Habertürk TV, boykot çağrısından hemen sonra mitingi canlı yayına almaya karar verdi . Yine boykot listesine alınan NTV, ilk günlerde dirense de, Doğuş Grubu üzerindeki baskı artınca Ekrem İmamoğlu ile ilgili haberleri daha görünür kılmaya başladı. Bu gelişmeler, boykotun medya üzerindeki dolaylı siyasi etkisini gösterir nitelikte. Uzun süredir tek taraflı yayın yapan kanallar, izleyici kaybetme ve reklamverenlerini küstürme korkusuyla daha dikkatli davranmak zorunda kaldı. Bu da Türkiye’de medya-siyaset-sermaye üçgeninde yeni bir dengenin habercisi olabilir.

İktidar için asıl ürkütücü olan ise şu: Boykot hareketi, muhalefetin eline seçim sandığı dışında bir koz vermiş oldu. Hükümetler genelde ekonomik göstergelere, piyasa tepkilerine çok önem verirler. Eğer halkın tüketimi ciddi oranda düşerse veya belirli şirketler büyük zarar etmeye başlarsa, iktidar tabanındaki iş insanları da rahatsız olacak ve bunu hükümete iletecektir. Nitekim geçmişte Güney Afrika’da apartheid rejimine karşı uygulanan uluslararası boykotlar, o ülkenin iş çevrelerini sıkıştırmış ve rejimi reformlara zorlamıştı. Benzer şekilde, Türkiye’de de eğer bu boykot devam eder veya tekrarlanırsa, iktidar yanlısı holdingler hükümete “Bu böyle gitmez” demeye başlayabilir. Sonuçta kimse tüketicisini karşısına almak istemez. Bu açıdan bakıldığında boykot, siyasi iktidara dolaylı da olsa ekonomik kanaldan baskı yapmanın bir yolu haline geldi.

Tüm bu etkiler değerlendirildiğinde, 19 Mart sonrası başlayan boykot hareketi kısa sürede Türkiye’nin siyasi ve toplumsal gündemini değiştirmiştir. Bir yandan halkın gücünü hissettiren, diğer yandan iktidara uyarı gönderen barışçıl ama etkili bir direniş biçimi olarak kayıtlara geçmiştir. Üstelik görünen o ki, boykot kültürü artık bir defaya mahsus kalmayacak; her 10 kişiden 6’sı gelecekte benzer boykot çağrılarının artacağını düşünüyor. Yani bu daha başlangıç, mücadeleye devam diyen ciddi bir kitle var.

Benzer Boykot Örnekleri: Türkiye ve Dünyadan Karşılaştırmalar

Dünya tarihinde boykotlar, haksızlıklara karşı halkların en barışçıl ama en etkili silahlarından biri olmuştur. Türkiye’de yaşanan bu boykot dalgasını daha iyi anlamak için, geçmişteki benzer örneklere bakmakta fayda var.

Türkiye’den Örnekler

Osmanlı’dan günümüze Türk tarihinde boykot geleneği aslında yabancı değil. 1908’de II. Meşrutiyet döneminde, Avusturya’nın Bosna-Hersek’i ilhak etmesine tepki olarak Osmanlı toplumunda Avusturya mallarına boykot uygulanmış ve Avusturya ekonomisi ciddi zarara uğratılarak diplomatik kazanımlar elde edilmişti. Yine Milli Mücadele yıllarında, işgalci devletlerin ürünlerini protesto etmek için yer yer boykot kampanyaları düzenlenmiş, “Yerli Malı Kullanalım” seferberliği başlatılarak ekonomide bağımsızlık mücadelesi verilmişti.

Yakın tarihte ise hükümetlerin çağrısıyla yapılan boykotlar gördük. Örneğin 2020 yılında Fransa ile yaşanan politik gerilim sırasında Cumhurbaşkanı Erdoğan, Fransız ürünlerine boykot çağrısı yapmıştı. O dönem bazı marketlerde Fransız markalı peynirler, kozmetik ürünler raflardan indirildi; halk bir süreliğine bu ürünleri almadı. Bu boykot devlet destekli olduğu için oldukça yaygın duyurulmuştu ancak kalıcı olmadı. Keza ABD ile kriz dönemlerinde Amerikan elektronik ürünlerini (iPhone telefonlar gibi) boykot etme yönünde söylemler de duyduk. Bunlar genelde duygusal tepkiler olarak kısa süreli etkide kalmıştı.

Türkiye’de halkın tabandan gelen boykot örnekleri ise daha seyrek fakat güçlü olmuştur. 2013 Gezi Parkı direnişi esnasında halk, kendiliğinden bir medya boykotu başlatmıştı. Yukarıda da değindiğimiz gibi NTV, Habertürk, CNN Türk gibi kanallar günlerce protestoları göstermeyince insanlar televizyonlarını kapattı, Digitürk aboneliklerini iptal etti. Bunun sonucunda bu kanalların yöneticileri istifa etmek veya özür dilemek zorunda kaldı; medya patronları yayın politikasını gözden geçirdi . Yine Gezi sırasında Doğuş Grubu gibi şirketlerin restoranlarına, otellerine gitmeme eylemleri yapılmıştı. Bu örnek, bugünkü boykotun aslında bir nevi provası gibiydi.

2025 boykotu, Gezi’ye kıyasla daha organize ve hedef odaklı olmasıyla ayrışıyor. Gezi’de tepkiler anlık gelişmiş ve belli odaklara yönelmişti. Bu kez ise bir liderin çağrısıyla sistematik bir liste belirlendi ve uygulandı. Bu, Türkiye’de belki de ilk defa bu kadar planlı bir tüketici boykotu olarak tarihe geçti. Haberler bu boykotun “Türkiye’de şimdiye kadar organize edilen en yaygın tüketim boykotlarından biri” olduğunu yazdı . Bu yönüyle, geçmişteki tüm örneklerin ötesine geçen bir yaygınlık ve bilinç düzeyi var.

Dünyadan Örnekler

Dünya tarihinde boykot denince akla ilk gelen örneklerden biri, Güney Afrika’ya karşı uygulanan Apartheid karşıtı boykotlardır. 1980’lerde tüm dünyada duyarlı insanlar Güney Afrika ürünlerini, spor takımlarını, sanat etkinliklerini boykot ederek o ülkenin ırkçı rejimine karşı baskı kurmuştur. Sonuçta Güney Afrika, uluslararası izolasyona dayanamayarak apartheid politikalarını terk etmek zorunda kalmıştır. Bu örnek, ekonomik ve kültürel boykotların siyasi değişimi tetikleyebileceğinin kanıtıdır.

Bir diğer çarpıcı örnek, daha önce de değindiğimiz Montgomery Otobüs Boykotu (1955-1956). ABD’nin Alabama eyaletinde siyahi vatandaşlar, otobüslerdeki ayrımcılığı protesto etmek için tam 381 gün boyunca otobüslere binmediler. Kendi aralarında ulaşım ağları kurdular, yürüdüler ama o belediye otobüslerine ücret ödemediler. Sonunda, belediye gelirleri düşünce ve ulusal baskı artınca, ABD Yüksek Mahkemesi ayrımcı yasayı iptal etti ve otobüsler herkes için eşit hale geldi. Bu olay, bir yerel boykotun ulusal bir zaferle sonuçlandığı en ünlü örneklerden biridir.

Dünyada tüketici boykotları zaman zaman büyük şirketleri de dize getirmiştir. Örneğin Nestlé şirketine karşı 1970’lerden beri süren “bebek maması boykotu”, firmanın gelişmekte olan ülkelerde agresif pazarlama taktikleriyle anne sütü yerine mamayı özendirmesini protesto eden küresel bir harekettir. On yıllar sürmüş bu boykot sayesinde Nestlé politikalarında kısmi geri adımlar atmak zorunda kalmıştır. Yine yakın geçmişte çevreci aktivistler, iklim değişikliğine dikkat çekmek için petrol şirketi Shell’i boykot kampanyaları düzenlemiş, şirketin reklam imajına ciddi zarar vermişlerdir.

Tüm bu örnekler, boykotların bazen doğrudan siyasi sonuç getirmeseler de bilinç yükseltme, tartışma yaratma ve uzun vadede davranış değişikliği sağlama potansiyeline sahip olduğunu gösteriyor. Türkiye’deki boykot hareketi de dünya boykot tarihi içinde kendine bir yer ediniyor. Özellikle dijital çağın getirdiği hızlı örgütlenme imkanları sayesinde, eskiden yıllar süren etkiler, şimdi günler içinde hissedilebilir hale geliyor.

2025 Türkiye boykotu, hem yerel hem küresel boykot deneyimlerinden dersler çıkararak ilerliyor. Bir yandan Gezi’nin mirasını devralıyor, diğer yandan Montgomery ruhunu ve apartheid karşıtı dayanışmayı andıran bir kararlılık sergiliyor. Bu da onu tarihte özel bir yere koyuyor.

Boykotla Bireysel ve Toplumsal Düzeyde Değişim Mümkün mü?

Boykot hareketinin en kritik sorusu belki de budur: “Gerçekten bir fark yaratabilecek mi?”. Tek bir kişinin alışveriş yapmamasının ne önemi olabilir ki diye düşünenler olabilir. Ancak milyonlarca “tek bir kişi” birleştiğinde ortaya muazzam bir güç çıkıyor. 2 Nisan boykotunda bunun küçük bir prototipini gördük. Peki devamı gelir ve bu bilinç sürerse neler değişebilir?

Bireysel düzeyde, bu boykota katılan her yurttaş aslında kendi gücünü keşfetmiştir. Normalde çaresizlik hissiyle “Ben ne yapabilirim ki?” diyen insanlar, bir araya geldiklerinde koskoca şirketleri dize getirebildiklerini, gündemi değiştirebildiklerini gördüler. Bu psikolojik eşik son derece önemlidir. Artık hiç kimse kendini değersiz veya etkisiz hissetmemeli. Cebimizdeki üç kuruşun bile bir gücü var – yeter ki onu ne zaman ve nasıl kullanacağımızı bilelim. Bu bilinç, vatandaş olma bilincidir, tüketici olmanın ötesinde hak arayan birey olma bilincidir.

Toplumsal düzeyde ise boykot, sessiz çoğunluğun sesi haline gelebilir. Seçimler arası dönemde genelde halkın söz hakkı sınırlıdır. Ancak tüketim alışkanlıkları her gün yapılan “oylamalar” gibidir. Hangi şirkete para kazandırıyoruz, hangisine kazandırmıyoruz – bu tercihler biriktiğinde siyasi bir sonuç yaratır. Eğer geniş kesimler belirli güç odaklarına ekonomik destek vermeyi keserse, o odakların toplum üzerindeki nüfuzu azalır. Mesela, halkın büyük bölümü yandaş medya gruplarının gazetelerini almaz, kanallarını izlemezse, o medya organları reklam geliri elde edemez hale gelir. Reklam alamayan medya kapanma noktasına gelebilir veya en azından daha tarafsız yayın yapmaya mecbur kalır. Bu durumda iktidarın en büyük propaganda araçları zayıflamış olur. Yine benzer şekilde, iktidara yakın büyük bir şirket sürekli boykot nedeniyle zarar ederse, eninde sonunda siyasi iktidarla arasına mesafe koymayı düşünebilir. Yani ekonomik kartlar yeniden karılır.

Boykotun devamının gelmesi, talep edilen hedeflere ulaşılması açısından kritik. İlk elde hedef, Ekrem İmamoğlu ve tutuklu diğer muhaliflerin serbest bırakılması, soruşturmaların durdurulması gibi görünüyor. Bu gerçekleşir mi bilinmez, ancak boykot ateşinin canlı tutulması durumunda hükümetin geri adım atmaktan başka çaresi kalmayabilir. Geçmişte “geri adım atmaz” denilen kaç iktidar, halkın kararlı direnişiyle karşılaşınca mecburen geri adım atmıştır. Nitekim Gezi Parkı eylemleri sonucunda hükümet, Topçu Kışlası projesini askıya almak zorunda kalmıştı; daha da önemlisi, yıllarca “özür dilemez” denilen yöneticiler dahi hatalı olduklarını yarım ağız da olsa kabul ettiler. Dolayısıyla, eğer boykot hareketi yeterince genişler ve sürerse, siyasi iktidarın da hatasını kabul edip hukuksuz uygulamalardan vazgeçme ihtimali doğar.

Bu boykot ayrıca toplumda yeni bir sivil katılım modeli yaratıyor. Sendikaların zayıfladığı, sokağa çıkma eylemlerinin kolayca bastırılabildiği bir ortamda, tüketim boykotu gibi yaratıcı yöntemler insanların sesini duyurabileceği yeni mecra haline geliyor. Bugün alışveriş yapmamak, yarın belki vergi boykotu, banka boykotu gibi daha farklı finansal sivil itaatsizlik türleri tartışılabilir. Her halükarda, bu hareket insanlara “başka bir protesto mümkün” fikrini aşılıyor.

Öte yandan, boykotun olası olumsuz etkilerine de duyarlı olmak gerek. Bazı ekonomi uzmanları, uzun süreli tüketim boykotlarının ekonomik aktiviteyi düşürebileceğini, bunun da işsizliği artırabileceğini dile getiriyor. Özellikle küçük esnafın, üreticinin bu işten zarar görmemesi için dikkatli bir planlama şart. Nitekim anketlere göre toplumun %34,8’i yerli markalara boykotta ekonomiye zarar ihtimalini önemsiyor . Bu dengeyi gözetmek adına, boykot çağrıları yapılırken küçük esnaf ile büyük yandaş şirketler ayrımını net yapmak gerekiyor. Zaten mevcut harekette hedeflerin mümkün olduğunca spesifik (belirli holdingler ve markalar) seçilmesi bu yüzden. Halkın günlük pazarından, bakkalından alışverişi hedef alınmıyor; tam tersine paranın o kesimlere kayması, büyük zincirlere gitmemesi amaçlanıyor.

Sonuç olarak, boykotun bireysel ve toplumsal düzeyde bir fark yaratma potansiyeli yüksektir. Bireyler hak mücadelesinde özne haline gelirken, toplum da kolektif bilinç kazanıyor. Bu bilinç, demokratik bir toplumun en kıymetli sermayesidir. Bugün boykotla uyanan kitle, yarın seçim sandığında da, sivil toplum çalışmalarında da daha aktif ve özgüvenli olacaktır. Halk kendi gücünü fark ederse, hiçbir iktidar ebedi değildir.

Katılmayanlara Çağrı: Neden Boykota Dahil Olmalıyız?

Şu ana kadar boykotun gerekçelerini, gelişimini ve etkilerini detaylıca ortaya koyduk. Ancak hala bu harekete mesafeli duran, “Benim katılmam neyi değiştirir ki?” diye düşünen insanlar olabilir. İşte tam da bu satırlar, o değerli insanlara bir çağrı niteliğindedir:

1. Adalet için tek yürek olma zamanı:

Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması, yalnızca bir kişinin hapse atılması değil, milli iradenin ve adalet duygusunun tutuklanmasıdır. Bugün seçilmiş bir büyükşehir belediye başkanı haksız gerekçelerle özgürlüğünden edilirse, yarın benzer şekilde haksızlığa herkes uğrayabilir. Bu boykota katılmak demek, “Ben adaletsizliğe ortak olmayacağım” demektir. Almadığınız her ürün, izlemediğiniz her kanal, susturduğunuz her rating puanı, adalet terazisine koyduğunuz bir ağırlık gibidir. Unutmayın, adalet terazisi ancak biz onu doldurursak doğru tartar.

2. Küçük bir fedakarlık, büyük bir etki:

Boykot, sizden devasa bir fedakarlık istemiyor. Sadece belirli markalardan uzak durmak, mümkünse alternatiflere yönelmek veya gerekirse bir gün alışveriş yapmamak… Belki bir gün canınızın çektiği o çikolatayı almayacaksınız, veya benzin alımını bir gün erteleyeceksiniz. Bu bireysel olarak ufak bir adımdır, ancak milyonlar bunu yaptığında ortaya çıkan tablo kocaman bir adımdır. 2 Nisan’da gördük ki, milyonlar bir gün alışveriş yapmayınca ülkenin gündemi değişti. Bir günlük ciro kaybı bile bazı şirketleri hizaya getirdi. Eğer şimdi daha fazla kişi katılırsa, etki katlanarak büyüyecek. “Ben olmazsam bir kişi eksik” demeyin, belki de o bir kişi kritiktir. Her damla, birikince derya olur.

3. Vicdani ve duygusal tatmin:

Boykota katılmanın insana verdiği iç huzuru küçümsemeyin. Bir haksızlığa karşı elinden geleni yapmış olmanın verdiği vicdani rahatlık, parayla ölçülemez. Günün sonunda “Ben bugün ülkeme, halkıma karşı görevimi yaptım” diyerek yatağa girmek kadar huzur veren bir şey yok. Hele ki sosyal medyada veya çevrenizde binlerce kişinin aynı duyguya ortak olduğunu bilmek, insana umut aşılıyor. Uzun zamandır ilk defa toplum olarak umudu ve dayanışmayı hissettik. Bu duyguya ortak olmak için bile boykota katılmaya değer.

4. Geleceğe yatırım:

Eğer çocuklarımız için daha demokratik, daha adil bir ülke hayal ediyorsak, bunun mücadelesini bugünden vermek zorundayız. Boykot, şiddetsiz ve medeni bir mücadele yöntemidir. Çocuklarımıza bırakacağımız miras, belki de bugün gösterdiğimiz duruş olacak. Onlar ilerde bugünü hatırlayacak ve “Ailem haksızlık karşısında sessiz kalmamış” diyecekler. #adalet talebini miras bırakmak, para pul bırakmaktan çok daha değerlidir.

5. Halkın birliği, zulmü yener:

Boykot eylemleri sırasında atılan “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz!” sloganını hatırlayın. Bu sadece bir protesto sloganı değil, hakikatin ta kendisidir. Eğer bir kişi boykot yapıp diğeri yapmazsa etkisi az olur. Ama hep birlikte hareket edersek, bizi yok sayamazlar. Dayanışma, en güçlü silahımız. İktidarların en korktuğu şey halkın birleşmesidir. Biz birleşirsek, hiçbir güç karşımızda duramaz. Bugün boykotta birleşiriz, yarın sandıkta birleşiriz, öbür gün hayatın her alanında omuz omuza veririz. Bunu gören hiçbir zalim düzen uzun süre devam edemez.

6. Sesimizi duyurmanın en barışçıl yolu:

Boykotun güzelliği, tamamen barışçıl bir eylem olmasıdır. Kimseye zarar vermiyoruz, şiddet yok, kavga gürültü yok. Sadece tüketmiyoruz. Bu, dünyanın en medeni protestosu. Bu yüzden ahlaki üstünlük tamamen boykota katılanlarda. Kimse bize “niye bunu yaptın” diyemez, kimseyi incitmiyoruz. Hakkımız olanı, yani paramızı nereye harcayacağımızı seçiyoruz. Eğer bugün bu hakkımızı kullanmaktan korkarsak, yarın daha büyük haklarımızı kaybedebiliriz. O yüzden korkmadan, çekinmeden bu meşru ve barışçıl eyleme katılmalıyız.

Sonuç olarak sevgili okurlar, boykot bir amaç değil, araçtır. Amacımız adil, özgür ve demokratik bir Türkiye’de yaşayabilmek. Bu amaç uğruna bazen oy veririz, bazen meydanlara çıkarız, bazen de market raflarına boş gözlerle bakarız! Evet, belki komik gelebilir ama bugünkü mücadele şeklimiz bu: Marketlere gitmemek, yandaş kanalları zaplamak, yeri geldiğinde bir üründen vazgeçmek… Bu küçücük görünen davranışlar bir araya geldiğinde koskoca bir halk direnişine dönüşüyor.

Haydi gelin, bu #halkdirenişine omuz verin. #Ekremİmamoğlu ve hukuksuzca cezalandırılan tüm masumlar için, adaletin yeniden tesis edilmesi için, çocuklarımıza bırakacağımız güzel bir gelecek için birlik olalım. Bugün boykot yaparsak, yarın belki bayram yapacağız. Unutmayın, adalet güneşi en karanlık gecelerin ardından doğar. Bu karanlık günleri aşmak bizim elimizde. Ya hep beraber kazanacağız ya da hiçbirimiz kazanamayacağız. Tercih sizin, güç sizin, gelecek sizin!

Hep birlikte daha eşit, daha adil yarınlara… #Boykot gücümüzdür, adalet hedefimiz! ✊

Kaynaklar:

  • Cumhuriyet Gazetesi – “Boykotta indirim yarışı”, 03.04.2025
  • Euronews Türkçe – “CHP’nin boykot listesi genişledi: Yerin dibini görecekler”, 29.03.2025
  • Euronews Türkçe – “Boykot soruşturmasında gözaltına alınan 11 kişi serbest bırakıldı”, 03.04.2025
  • Euronews Türkçe – “Öğrencilerin önderliğinde bir hareket: Türkiye bugün genel boykotta”, 02.04.2025
  • Yeni Şafak – “Özgür Özel’i boykottan soğutacak anket”, 03.04.2025
  • Marketing Türkiye – “Toplum boykotlar hakkında ne düşünüyor?”, Nisan 2025
  • PİRHA – “İmamoğlu’nun tutuklanması Dersim’de protesto edildi”, 24.03.2025
  • Odatv – “Bu dalganın yanında kum gibi kalır”, 04.06.2013
  • Wikipedia – “Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması”, (Erişim: Nisan 2025)
  • Wikipedia – “Montgomery Bus Boycott” (İngilizce), (Erişim: Nisan 2025)

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Scroll to Top