Son zamanlarda ağırlıklı olarak bu ülkenin nasıl düzeleceği, neler yapılabileceği konusunda araştırmalar yapıyorum. Aslında bu araştırma sürecim yıllardır yaptığım bir çalışma. Fakat “son zamanlarda” dememin sebebi, bu konuları önceliklendirmiş olmamdan kaynaklanıyor. Çok küçük yaşlarımdan beri siyasete ilgili olmamla birlikte, yaşım büyüdükçe siyasetin, toplumun ve sosyolojinin arkaplanını da araştırmaya başladım. Bunun en büyük çıktısı, 32. Gün belgesellerini notladığım ve web sitemin en çok ziyaret edilen sayfası olan 32. Gün yakın tarih belgeselleri notlarım oldu. Ondan sonra, halkın kimyasını anlamak için yaptığım bir çalışma olarak Türkiye’nin en çok izlenen dizileri olan Kurtlar Vadisi, Ezel, Aşk-ı Memnu, Yaprak Dökümü gibi dizileri özenle ve dikkatle izledim. Hatta Kurtlar Vadisi’nden çok etkilenmiş olacağım ki, dizinin bir kısmının özetini bu blog yazımda paylaştım. Bu ve bunlar gibi birçok çalışma yaptım. Diğer yaptığım çalışmaları ve anlatılarımı yine blog yazımdan okuyabilir, Youtube kanalımdan dinleyebilirsiniz.
Son zamanlarda ise, bir hışımla kurup başlattığım, aslında yılların birikimi ve açlığı olan projem, Geleceğin Köyü için araştırmalarımı kuvvetlendirdim. Aynı zamanda, yüksek lisans tezimi ve araştırmalarımı da teknoloji ve inovasyon kavramlarının kırsal kalkınma ve Anadolu ile nasıl işbirliği içine girebileceğine yönelik yazıyorum ve yapıyorum. Bu bağlamda, araştırmalarımı yaparken kendimi o kadar çok kaptırıyorum ki, sadece makalelerle ve bilim kaynaklarıyla sınırlı kalmıyor, halkın içine inmeye özen gösteriyorum. İnsanlarla konuşuyor, köylere gidiyor, üniversite ve kurumlara konferans veriyor ve etkileşimimi olabildiğince sahada sürdürmeye çalışıyorum.
Bu yaptıklarıma paralel olarak, halkın yaptıklarını, izlediklerini, okuduklarını yaparak ve bu yapılanları daha detaylı inceleyerek onları daha iyi anlayabileceğimi düşünüyorum. Kurtlar Vadisi ve Yaprak Dökümü gibi dizileri izlememin sebebi bu düşüncenin bir sonucudur. Bu düşünce bağlamında, geçen günlerde ardı ardına Maden filmini ve Öğretmen Kemal filmini izledim. Her iki film de benim küçükken izleyip pek bir şey anlamadığım filmlerdi. Şimdi ise, daha detaylı, her repliğine dikkat ederek izledim. Bu yazıda, bu filmlerden anladıklarımı çalışmalarımın çıktılarına, deneyimlerime ve düşüncelerime göre yorumlayıp içimi dökmeyi hedefliyorum.
Bir Dayanışma Örneği Olarak Maden Filmi

Maden filminin neden bu kadar başarılı olduğu aslında biraz da filmin hazırlık sürecinden belli. Şöyle ki, bu film Tarık Akan’ın komedi türünden dram / politik film türüne geçtiği ilk filmlerden biri (ilk film de olabilir). Tarık Akan komedi türünü oynarken, bunu artık oynamak istemediğini belirttiğinde Ertem Eğilmez tarafından veto yiyor ve sektörden uzaklaştırılıyor. Ardından Tarık Akan’ı hiçbir yapımcı oynatmak istemiyor. Zaten Tarık Akan’da düzgün senaryo bulamıyor. Sonrasında karşısına Maden filminin senaryosu çıkınca onu oynamak istiyor ama ambargo devam ediyor. Ayrıca pek tabii filmin siyasi olmasından mütevellit siyasi bir baskı da mevcut. Bunun üzerine, Cüneyt Arkın, “beni de oyuncu kadrosuna alın, ben oynarsam bir şey yapamazlar” demesi üzerine Tarık Akan, başrolü Cüneyt Arkın’a veriyor ve film çekilip yayınlanıyor.

Cüneyt Arkın, filmde İlyas adında bir maden işçisini canlandırmakta. Burada filmi anlatmayacağım, sadece yazmak istediğim tarafları belirtmek istiyorum. Mesela, İlyas’ın maden işçilerinin ölümü üzerine arkadaşlarına “bir şeyler yapmalıyız, bu bir cinayet, daha kaçımız bok yoluna öleceğiz?” gibisinden cümleler sarfederken, etrafındaki işçilerin onu dinlememesi benim çok dikkatimi çekti. Öyle ki, filmde bir işçi şu cümleyi sarfediyor: “ben sendika bilmem, dansöz karının donunu bilirim” Burada anlıyoruz ki, bir dayanışma ve ortak bir çıkar uğruna savaş başlatmadan önce ikna etmemiz gereken kesimin uzun vadeli refahı değil, kısa vadeli hazları tercih ettiğini görüyoruz. Ben bu cümleden çok etkilendim şahsen. Düzelmesi gereken onca şey varken haz ve uçkur uğruna heba edilen hayatlar ve patronlara meze olunan kelleler var. Bu, şu anda da, her sektörde büyüyen bir sorun. Ülkenin en büyük sorunlarından bir tanesi.

Diğer akılda kalan repliklerden birisi ise şu: Tarık Akan’ın oynadığı karakter olan Nurettin’in karısı ve karısının arkadaşı sohbet ediyor. Komşu diyor ki: “Böyle giderse herkesi işten çıkartacaklarmış.” Ardından Nurettin’in karısı diyor ki: “Aman abla, burası olmazsa başka yer olur. Sen eşek olduktan sonra semer vuracak çok.” Bunun üzerine Nurettin dışarıdan bu konuşmayı duyup eve sinirle girer: “Lan! Biz eşek miyiz? İşçiyiz lan biz! Bu dünya biz var olduğumuz için var, bizim ellerimizde yükseliyor!” İşçilerin, emekçilerin çalışmaları, birkaç zenginin parasına para katacak diye heba edilmemelidir. Özellikle, maden işçiliği gibi hayati riskin yüksek olduğu sektörlerde buna daha çok dikkat edilmelidir. Öyle ki, filmde kasti olarak, sırf ürün satışı yetişsin ve patron para kazanabilsin diye gereken önlemler alınmamış, ardından maden işçileri hayatını kaybetmiştir. Bu, hem geçmişte hem günümüzde, hâlâ gerçekleşmekte olan içler acısı olaylardır.

Maden filmi hakkında etkilendiğim birçok kısım var fakat bu filme şu şekilde nokta koymak isterim, Cüneyt Arkın’ın tiradı ile:
İlyas, sendika toplantısında sinirlenir:
“Bu adamlar kargaşa çıkararak işi oldu bittiye getirmek istiyorlar. Arkadaşlar! Burada cinayet işleniyor! Ocaklarda yeterli tedbir alınsa, ölenlerimizin %90’ı kurtulurdu. Başımızdaki sahte sendikacılar toplu sözleşmelerde alınan göstermelik kararlarla bizleri oyaladılar!” (Bu replik dışında, İlyas bu sözleşmelerin kendilerini ‘yere tüküren’, ‘ortalığa işeyen’ biri olarak gösterdiğini ve bunu yapmalarını yasakladıklarını yazdığını belirtiyor, yani bu sözleşmelerin kendilerini hayvan yerine koyduğunu da ekliyor.)
Sendika ağası: Propoganda yapıyor, bozguncu!
İlyas: Gerçeğin propogandası mı olur lan? Gerçek, gerçektir!
Sendika ağası: Kim bilir ne çıkarlar kolluyorsun be!
İlyas: Çıkar kollamak, sizin işinizdir. Bizim o taraklarda bezimiz yok. Bunu en çok sen daha iyi bilirsin.
Sendika ağası: Nereden öğrendin bu edebiyatı!
Sendika ağasının yardımcısı: Nereden öğrendin orospu çocuğu!
İşçiler yuhalamaya başlar, ayaklanır.
İlyas: Asıl orospu çocuğu, işçiyi sizin gibi satanlardır!

Yerel Kalkınma Örneği Olarak Öğretmen Kemal İncelemesi

Öğretmen Kemal benim tam olarak olmak istediğim kişiyi canlandırıyor. Gericiliğe, yobazlığa, cahilliğe karşı verilen direnç. Bir gelişme figürü. Medeniyet figürü. Öğretmen Kemal’i izlerken çok defa “Evet, ben bununla da karşılaşacağım” ya da “Evet, ben bunu da yapacağım.” Dediğimi hatırlarım.

Öğretmen Kemal, 1938’e yakın bir yılda bir öğretmenin köye okul kurup çocukları öğretme serüvenini ve bu yolda karşılaştıklarını anlatıyor. Burada benim en çok dikkatimi çeken şu nokta oldu, köylü şu şekilde tasvir ediliyor: eğer köylüye bir şey verirsen, köylü senin yanında olur. Bunun doğru olup olmadığını ben tartışmayacağım, sizin tartışmanız için bu cümleyi özellikle buraya koyuyorum. Benim bu konudaki görüşüm çok sonra ortaya çıkacaktır. Şu anda bu yorum hakkında net bir cevabımın olmamasının sebebi şudur:

Bu görüşü savunmak için film içinde iki örnek var. Biri, köy imamının tütün dağıtarak köylüyü yanına çekmesi, ikincisi köy ağasının koyun keserek köylüyü yönetebilmesi. Köylü, koyunu kendi alabileceğinin farkında değil, köylü, tütün ve koyuna sadece imam ve ağa vasıtası ile ulaşabileceğini düşünüyor. Ama bu görüşü çürüten bir detay var: Kemal Öğretmen, Ağa köylüye koyun dağıtırmaya çalışırken “bir parça et için siz böyle yaptıkça ezileceksiniz. Köpek gibi sürüneceksiniz. Açlığa da, köleliğe de mahkumsunuz..” tiradını atınca köylü bu sefer öğretmenin yanında oluyor. Böylelikle bu tartışma, benim gözümde net bir cevabı olan soru değil, bir tartışma olarak şu an geçerliliğini koruyor.

Öğretmen Kemal, köylüyü tanımak, cumhuriyet öğretmeni tanımını görmek için mutlaka izlenmesi gereken bir başyapıttır. Bir öğretmenin, köylü kalkınmasını, taşra kalkınmasını, yerel kalkınmayı sağlamak için nelerle uğraştığını görmek lazımdır. Bu, 1930’da da böyledir, her ne kadar yöntem ve methotlar değişmiş olsa da 2024’de de böyledir. Köylü, milletin efendisidir ve köylü kalkındırılmalıdır, ağaların, patronların ve bilimum güç sahiplerinin ellerinde ezdirilmemelidir. Benim tüm çalışmalarım, girişimlerim, bu amaç doğrultusunda hizmet etmektedir ve edecektir.

İlerleyen zamanlarda hem Geleceğin Köyü projemle, hem de toplumsal ve yerel kalkınma ve inovatif süreçler hakkında yapacak olduğum çalışmaları blogumda paylaşmaya devam edeceğim. Okuduğunuz için teşekkür ederim.
Replikler – Maden
- Arkadaşlar oyuna gelmeyelim. Bu adamlar kargaşa çıkararak işi ‘oldu bitti’ye getirmek istiyorlar. Arkadaşlar burada cinayet işleniyor. Ocaklarda yeterli tedbir alınsa ölenlerimizin yüzde doksanı kurtulurdu. Başımızdaki sahte sendikacılar toplu sözleşmelerde alınan göstermelik kazanımlarla bizleri oyaladılar. Üstüne üstlük toplu sözleşmeye ‘işçiler yerlere tükürmeyecek ve açığa işemeyecek’ gibi bizi küçülten maddeler konulmasına izin verdiler. Yani ‘İşçiler hayvandır, önüne gelen yere işer, olmadık yere tükürür’ demeye getirdiler.
- Bu dünya bizim ulan hıyar. Şöyle bak bir etrafına bak bir. Gördüğün ne varsa bizim eserimiz. Ama sonuç ne? Biz kuralım sonra kendi ellerimizle kurduklarımızın altında ezim ezim ezilelim. Daha sandık başına gidip bir işçi gibi oy kullanmayı bile öğrenemedik be. Sözüm ona aklımız var ama neye yetiyor? ‘Kader’ demeye, ‘kısmet’ demeye, ‘alın yazısı’ demeye.
Replikler – Öğretmen Kemal
- İstiklal Mahkemeleri’ni unutma! Menemen’de olanlarını unutma dayı bey! Belki ekmeğimiz aşımız yok ama askerine memuruna dokunanı yaşatmayan bir başımız var.
- Bakın arkadaşlar! Ben kaba güce karşıyım çünkü ben öğretmenim. Barış adamıyım. Barış! Barış belleten, yayan, yaşayan bir adamım. Ben Kuvayi Milliyeciyim. Atatürk’ün askeriyim. Çalışanın yeri yanımda, tembelinki karşımda…
- Dosta gelince, benim amacımdan başka dostum yoktur
- Sen susacaksın yobaz! Ben oldukça susacaksın. Ben senin kaderinim yobaz! Başkaldırdıkça karşına çıkacağım, ezeceğim.